21 Şubat 2012 Salı

Koç’tan 50 Yılın Özeti!

Koç’tan 50 Yılın Özeti!

Otokoç, Koç Topluluğu’nun ilk otomotiv şirketi. Bu yıl 80’nci yılını dolduran şirket, Rahmi Koç’un deyimiyle “Vehbi Koç’un ilk göz ağrısı”ydı. Bu şirketin Koç Holding’in şeref başkanı Rahmi Koç için de manevi bir önemi var. Çünkü Otokoç onun ilk iş yeri. Rahmi Koç, John Hopkins Üniversitesi’nden mezun olup, Türkiye’ye döndükten sonra iş yaşamına Otokoç’ta Bernar Nahum’un yanında adım atmış. İki yıl boyunca garajdan yedek parça deposuna kadar şirketin her departmanında çalışmış.

Rahmi Koç, bugün geriye baktığında 50 yıllık kariyer hayatında Otokoç’un önemli bir yeri olduğunu söylüyor. O zamanlar yan yan girmek zorunda olduğu küçük odasında Bernar Nahum ve ekibinden iş hayatıyla ilgili pek çok detay öğrendiğini belirtiyor. Bugün ise şirketin ulaştığı noktadan memnun. Birmot, Avis ve Budget markalarını tek çatı altında toplayan Otokoç, Türkiye’deki araç satışlarının yüzde 9’unu gerçekleştiriyor ve kendini Türkiye’nin en büyük otomotiv perakendecilik grubu olarak konumluyor. Son 5 yılda cirosunu 2 kat artıran şirket, 2008’de yüzde 11 büyüyerek 2 milyar YTL ciroya ulaşmayı hedefliyor. Rahmi Koç, “Otokoç’un yeni yöneticilerinin işi daha zor. Çünkü otomotiv sektöründe rekabet artık daha fazla” diyor.

Koç Holding Şeref Başkanı Rahmi Koç’la iş yaşamına ilk başladığı yılları, Otokoç’taki günlerini, otomotiv sektörünün Koç Topluluğu’nun portföyü içinde ağırlığının yıllar içinde nasıl değiştiğini konuştuk:

* Neden iş hayatına Otokoç’ta başladınız?
Otokoç’ta 1 Eylül 1958’de çalışmaya başladım. Bu yıl iş hayatında 50’nci yılımı dolduracağım. Sadece benim değil, her gencin otomobile merakı vardır. Şimdiki gençler uçak ve deniz motoruna da meraklı ama bizim zamanımızda en çok ilgi otomobile gösterilirdi.

Rahmetli Vehbi Koç, iş yaşamına başladığı dönemde Ankara yeni imar ediliyordu. Bu öngörüyle önce inşaat malzemesi işine girmişti. Kendisinin aktar dükkanı da vardı. Oradan inşaat malzemesi işine geçiş yaptı. Ankara biraz daha imar olup, yollar yapılmaya başlayınca Mobil ile birlikte benzin satmaya da başladı. Bu işin devamı olarak da otomobil işine merak saldı ve otomobil bayiliği aldı. Hiç unutmam, bize anlatırdı: O yıllarda ayda 8 tane araba sattığı için çok mutluymuş. Bir seyahati sırasında Paris’te yürürken bir Ford acentası görmüş. “Şuraya girip bir fiyaka yapayım” demiş. Usulca içeriye girmiş ve “Siz ayda kaç araba satarsınız” diye sormuş. “Beş bin tane” yanıtını alınca, “Sesimi çıkarmadan, dükkandan geri çıktım” diye anlatırdı.

Otomobilcilik, bizim ilk işlerimizden biridir. Ankara’da otomobil işine önce bayilik alarak başladık. İşler ilerleyince başka bölgeler için de bayilik aldık. Sonunda tüm Türkiye’ye yayıldık.

*Otokoç’un kuruluş hikayesini sizden dinleyebilir miyiz?
Vehbi Koç, Ankara’da Koç Ticaret Otomobil Şubesi’ni ayırarak Otokoç yaptı. Otokoç’u kurmadan önce sabah işe erken gelirmiş, sarışın mavi gözlü bir adamın her gün Musevi Burla’nın mağazasına gittiğini görürmüş. Bu sarışın adam da Bernar Nahum… Onu takip etmeye başlamış.

Bernar Nahum, İstanbul’da Burla’nın yedek parça şefiyken onu Ankara’ya müdür olarak tayin etmişler. O da gelmiş, Ankara’ya yerleşmiş. Vehbi Koç, onu takip ede ede çok çalışkan olduğunu ve muntazam olarak işine gelip gittiğini tespit etmiş.

Vehbi Koç için aile kontrolü de çok önemliydi. Bir kişi ailesine bağlı mı, değil mi, ev adamı mı diye bakardı. Bu konuda da Bernar Nahum’un müspet tavrını görünce onu bir gün yanına çağırmış. “Ben seni işe almak istiyorum” demiş. Bernar Nahum da, “Ben şu ana dek hep maaşla çalıştım, biraz da prim aldım. Bu kez ortak olmak istiyorum” demiş. Bu, kademe atlarken gayet normal, klasik bir taleptir.

Vehbi Koç, “Tamamdır. Ben şimdi yeni bir şirket kuracağım. Sen de onun ortağı olacaksın” deyince anlaşmışlar. Bernar Nahum, böylece Otokoç’un yüzde 10-15’i kadar bir hissesine sahip olmuş.

Nahum, ilk olarak ortak müdür sıfatıyla tayin edildi. Çok çalışkan ve dinamik biriydi. Türkiye’nin ve Ankara’nın istikbalini isabetli biçimde öngörebilmiş bir iş adamıydı

*Sizinle Bernar Nahum arasında nasıl bir ilişki vardı?
Ben askerliğimi bitirince, bana “Sen Ankara’ya gideceksin” dediler. Oysa benim gönlümden İstanbul geçiyordu. İstanbul’da keyfimiz daha yerindeydi. Beni Bernar Nahum’un yanına verdiler.

Bir gün beni çağırdı, “Bak kuzum, ben müdürüm. Sen Vehbi Koç’un oğlusun ama burada yanımda çalışacaksın” dedi. Bana küçücük bir oda verdiler. Neredeyse içeriye yan yan girmem gerekiyordu. Hüseyin Sermet ile Bernar Nahum’un odasının arasında vestiyerden bozma küçücük bir yerdi. Sekreter odası bile benim odamdan büyüktü. Biraz zaman geçince benim odamı biraz büyüttüler.

İlk işe garajda başlattılar. “Orası nasıl işliyor, git bak” dediler. Arabaya nasıl bakılır, nasıl çatılır, müşteriyle nasıl konuşulur diye öğrenmeye gittim. Orada İhsan Borant vardı. Amerika’da Ford’da staj görmüş, pos bıyıklı, göbekli bir arkadaştı. Hulki Alisbah, onun için “Eliyle yapamadığını diliyle yapar” derdi. Müşteriyi daima memnun ederek gönderen bir arkadaştı.

*Bu bölümde hiç karar alma fırsatınız oldu mu?
Bernar Nahum’un hanımının arabası sanıyorum 56 model bir Ford’du. Ben de “Eski arabalara bakmak zor oluyor. Bundan sonra 58 modelden aşağıya araba kabul etmeyin” dedim. Ardından 2 saat geçmeden bir telefon geldi. Bernar Nahum, “Sen ne yapıyorsun yahu. Benim hanımın arabası bile 1956 model” dedi. Bir azar işittim, hemen geri çektik kararımı tabii…
Yani “İyi bizim hanıma da 58 model bir otomobil alalım” demedi.
Bir kere de ona sormadan bir adam işe aldım. Benim yanımda o adamı işten attı. Dedi ki “Patron benim”…Sesimi çıkaramadım.

*Burası benim babamın iş yeri diye düşündüğünüz, isyan ettiğiniz olmadı mı hiç?
Katiyen. Bernar Nahum beni “Eti senin, kemiği benim” felsefesine uygun yetiştirmeye çalıştı. Biz cumartesi günleri öğleden sonra saat 4’e kadar çalışırdık. Bernar Nahum, pazar günü golf oynardı. Ben de ata binerdim. Yoksa her dakika çalıştırırdı.

O yıllara ilişkin pek çok anım var. Yılbaşı günü, Ankara… Takvim 31 Aralık’ı gösteriyor. Ortalık ayaz. Biz teker teker tüm yedek parçaları sayıyoruz. O kadar soğuk ki, tuttuğunuz demir parçalar elinize yapışıyor. Ellerimize yapışmasın diye yün eldivenler giyerdik.

*Otomotiv işinde mentorunuz Bernar Nahum muydu?
Bernar Nahum’dan işin pazarlama, ticaret ve para-pul yönetimiyle ilgili kısımlarını öğrendim. Arabanın diğer sofistike kısımlarını da başkalarından öğrendim. İş sadece araba alıp, satmakla bitmiyordu çünkü.

*Bir numaralı ders kârlılık mıydı?
Mösyö Bernar için önce müşteri memnuniyeti, ardından kârlılık gelirdi.

*Sevdiniz mi ilk yaptığınız işi?
Çok sevdim. Tabii başlangıçta zor geldi. Ama insan eğitiliyor, yontuluyor ve bir yere geliyor. Bernar Nahum, bir süre sonra beni merkeze aldı. “Burada şu kadar zamandır çalışıyorsun, haydi bakalım Amerika’dan bir otomobil ithal et” dedi. “Nasıl yapacaksın, kademeleri nasıl oluyor ?” diye sordu.

Ben adım adım saymaya başladım: “Ya bir müşterinin siparişi üzerine ya da bizim satılabileceğini düşündüğümüz bir arabanın spesifikasyonlarını çıkarırız. Bu ayın ilk haftası siparişimizi verirsek, öbür ayın ilk haftasında araba hattan çıkar. Siparişi verdikten sonra akreditif açarız. FOB ve CİF konularını açıklığa kavuştururuz. Araba çıkınca New Jersey’de ilk bakımı yapılır ve ardından sevkıyat başlar. Gemi için konşimento alınır.

İstanbul’da gümrükten çıkınca Ankara’ya ya kamyon sırtında gelir ya da araba şoföre teslim edilir. O da yavaş yavaş sürerek getirir. Araba gelince bakımını, kontrolünü cilasını yapar ve sahibine teslim ederiz. Eğer sipariş üzerine getirmediysek arabayı, vitrine koyar ve akşamüzeri müşteri çekmeye çalışırız.” İşte tüm bu aşamaları anlattım…
Bana “Peki ya tahsilat kuzum” diye sordu. Mösyö Bernar tahsilat olmadan bir işi bitmiş saymıyordu. Orada bunu da anlamış oldum.

*O yıllarda işin zor tarafları nelerdi?
O zaman biz Ankara’daki Amerikalılara off-shore araba satıyoruz. Biraz da döviz biriktiriyoruz, onunla da kendimiz ithalat yapıyoruz. O günlerde malı satmak sorun değil. Dövizi bulmak sorun. Bizim şoför o kadar alışmış ki öğleden sonra 4’te arabaya binince, alır bizi Ticaret Vekaleti’ne götürürdü hemen. Döviz oradan çıkıyordu. Bay Bernar’ın bir ayağı devamlı Ticaret Vekâleti’nde, bir ayağı da İş Bankası’ndaydı. İzzet Çintav Bey vardı orada.

*Otokoç döneminde Anadolu illeriyle ilişkiniz nasıldı?
O yıllarda 11 tane bayimiz vardı. Hiç unutmam, Ankara Palas’ta bir bayi toplantısı yaptık. Hepsine zarf içinde çek verdik. Çünkü çok iyi satışlar yapıyorlardı. Bu, Türkiye’deki ilk bayi toplantısıydı.

* Otokoç’ta kaç yıl çalıştınız? Otomobil satmak o günlerde mi daha kolaydı, şimdi mi daha kolay?
Ben Otokoç’ta sadece otomobil satmadım. Kamyon, biçerdöver, minibüs ve Uniroyal lastikleri de sattım. Otokoç’ta yaklaşık 3 yıl çalıştım.

Sonra bana 1961’de “Sen Ankara’da Koç Holding’i temsil edeceksin” dediler. Benden önce Nusret Arsel Bey temsil ediyordu. Onu İstanbul’a çağırdılar ve o Siemens’in başkanı oldu. Hulki Bey’de Ankara’daydı. O da İstanbul’a geldi. Biz Ankara’da yalnız kaldık. Ankara’da 3 yıl bu görevi yaptım ve 1964’te İstanbul’a geldim.

O zaman bütün dert döviz almaktı. Döviz bulduğunuzda daha araba gemideyken satıyordunuz. Ya da döviziniz varsa, daha araba gelmeden müşteriler avansı yatırıyordu. Satmak diye bir şey yoktu. Adeta kapışılıyordu.

Biliyorsunuz, bir ara Otosan kamyonları tamponsuz ve lastiksiz sattı. Çünkü, lastik grevi vardı. Müşteri kendi kucağında lastikleriyle gelip, bu lastikleri aldığı kamyona takıp gidiyordu. Çok sıkıntılı zamanlardı bunlar…

*Koç’un otomotiv alanında büyümesinde en önemli kilometre taşları nelerdi?
Koç’un otomotiv tarihine baktığınız zaman 4 dönem vardır. İlki ithalat, ikincisi montaj, üçüncüsü imalat, dördüncüsü ise ihracat dönemidir.
Biz bu dört dönemden de başarıyla geçtik. Tabii montajdan imalata geçerken dünya markalarıyla ortaklık yaptık. Onları ortak ettikten sonra hisselerimizi eşitledik, ondan sonra ihracata izin verdiler.

İhracata da şu şekilde müsaade ediyorlardı: Onların satamadığı yerlere siz satış yapıyordunuz. Onların satış yaptığı yerlere mal göndermek içinse önce Ford’un ana distribütör sistemine gönderiyordunuz arabayı, onlar dağıtıyorlardı. Tabii, arabayı satamadıkları zaman büyük sorun oluyordu: “Arabanın ağırlığı şudur, fiyatı pahalıdır, zamanında teslim edilmedi, boyasında çizik var, bizim standartlarımıza uymuyor” gibi bin dereden bin su getiriyorlardı. Ancak sattıkları zaman da “Siz burada satmayın, hepsini gönderin. Biz o pazarlarda satalım” diyorlardı. Onlar kendi aldıkları arabada kâr marjını çok düşük veriyorlardı. Bizim burada sattıklarımızın kâr marjı daha iyi oluyordu. Ancak Türkiye’ye de her zaman güvenemiyorsunuz, çünkü ekonomi burada iniyor- çıkıyor. İniş dönemlerinde iç pazarda satış yapamazsanız ve ihracat ayağınız da yoksa çok zor duruma giriyor fabrika.
Biz otomotiv işine girdiğimizde Türkiye’de yan sanayi yoktu. Dolayısıyla biz Türkiye’de yan sanayi kurmak mecburiyetinde de kaldık.

*İlk yıllarda Koç’un otomotivde böyle önemli bir noktaya gelebileceğini hayal edebiliyor muydunuz?
Bernar Nahum ve Kemal İnan, Türkiye’de bir gün Ford’u imal edeceklerine inanmışlardı. Önce montaj edeceklerine inandılar. Baktılar ki, montaj iyi gidiyor, Ford’u burada üreteceklerine inandılar. Bütün arzumuz burada bir motor yapabilmekti.

Orada da Ahmet Binbir’in büyük çabası var. Ford’dan motor planlarını falan çok iyi dost edindiği Ford mühendislerinden aldı ve öğrendi. Buz de onlara göre burada motor yapabildik. Yoksa Ford bizim burada motor imal edebileceğimize katiyen inanmıyordu. İşi biraz yokuşa sürüyorlardı. “Sizin adetleriniz az. Bu nedenle kârlı olamazsınız. Kaliteyi tutturamazsınız” filan diyorlardı.

Sırf doğru dürüst bir motor bloku üretebilmek için Döktaş’ı kurduk. Motor blokunu ise Demirdöküm’de üretmemizi istemediler. “Demirdöküm kazan yapıyor. Motor bloku üretmek için özel fabrika lazım” dediler.

Otokoç’un iki safhası var. Mösyö Bernar’dan evvel ve Mösyö Bernar’dan sonra… Koç’un otomotiv sanayi işine girmesini, büyümesini ve kâr etmesini sağlayan insandır Mösyö Bernar. Vehbi Bey’in büyük itimadını kazanmış biriydi ve Vehbi Bey, o ne derse kabul ederdi.
Bernar Nahum, eldeki paranın daima otomotiv işine yatırılmasını istemiş ve bu konuda Vehbi Bey’i ikna etmiştir. Diğer sektörler “üvey çocuk” değildi ama otomotive göre ikinci sınıf hak sahibiydiler. Bunu yegane bozabilen Arçelik’in kurucusu olan Lütfü Doruk’tu.
Bernar Nahum’dan sonra Türkiye’nin konumu da değişti. O kapalı ekonomi döneminde çalışıyordu. Ondan sonraki dönemde yavaş yavaş ekonomi liberalleşmeye başladı ve biz de rekabetle karşı karşıya kaldık.

*Siz Otokoç’tan ayrıldıktan sonra da şirketi izlemeye devam ettiniz mi?
Uzun yıllar şirketi yakından takip ettim, idare meclisi başkanlığını yaptım. Şu anda da Otokoç’un yönetim kurulu başkanlığını Sayın Bülent Bulgurlu yapıyor.

*Otomotiv işinin önümüzdeki 5-10 yıl içinde nereye gideceğini düşünüyorsunuz?
Bu konuyla ilgili yorum yapmak için dünya otomotiv sektörüne bakmak gerek. Dünya otomotiv sektöründe çok imalatçı var. Üretilen 3 otomotivden 1’i beklemek zorunda kalıyor. Neredeyse otomobilleri kârsız satıyorlar. Kâr ise yedek parça, bakım ve servis işlerinden elde ediliyor. Dolayısıyla, dünyada otomotiv sanayinde birleşmelerin süreceğini öngörüyorum. Küçük şirketler kalmayacak.

Buradan hareketle Türkiye’de de otomotiv sanayinde yoğunlaşma olacak. Kalanlar daha çok adet yapacaktır, bazıları da ortadan kalkacaktır. Biliyorsunuz, bir otomobilin yaklaşık yarısı vergidir. Gümrük vergileri indirilirse, hiçbirimiz dışarıyla rekabet edemeyiz.
Bugün dünyada rekabet edebilmek için tek markadan, tek modelden 200 bin tane yapmanız gerekiyor. Bundan az ürettiğiniz zaman şansınız yok. Dolayısıyla iş, hükümetin elinde.
Biz maalesef Kore gibi yapamadık. Kore hükümeti, orada diktatörlük olduğu için, dedi ki “Samsung sen elektronik yapacaksın. Hyundai araba yapacak. Falanca gemi yapacak.”
Bizde ise demokrasi var dediler ve her isteyene otomobil üretme izni verdiler. Hiçbirimiz tam olarak yapamadık. Kore şimdi kaç milyon araba üretiyor. Biz daha oraya gelemedik.
Bizim bu nedenle dışa karşı rekabet gücümüz yok. Bu konuda hükümetin yanlış politikası oldu.

Ayrıca otomobil en kolay vergi alınabilen üründür. Bizde otomobil kullanmak çok pahalı bir şeydir. Benzin de çok pahalı. Olmaz böyle şey. Niye? Çünkü ekonominin yarısından fazlası kayıt dışı çalışıyor. Hükümet nereden vergi alacak? Kimi yakalarsa, ondan. Otomobil de en kolay, kayıtlı ürünlerden biri.

*Koç’un otomotivde hedefi ne?
İkiye bölersek Fiat Grubu daha ziyade otomobil, Ford Otosan Grubu ise daha ziyade hafif, orta ve ağır ticari vasıtalar… Şimdi ticari vasıtalarda da “car like drive” diye bir şey çıkardılar. Mercedes Vito gibi modeller aynen otomobil gibi rahatlık ve sürüş konforu veriyor.

Türkiye olarak bizim ihracatçı olarak kalabileceğimizi zannediyorum. Yani küçük ve orta boy otomobilleri fason olarak üreteceğiz. Ticari vasıta ve otobüs üreteceğiz. Koç Grubu olarak biz Türkiye’nin otomotiv imalatının ve ihracatının yüzde 45’ini yapıyoruz. İç piyasanın da yüzde 30’unu elimizde tutuyoruz.

Önümüzdeki 5-10 yıl içinde de iç piyasadaki bu payımızı artırmayı isteriz. Arçelik’in piyasa hissesi yüzde 57 düzeyinde. Gaz işinde de en büyük biziz… Otomotiv’de de pazar payımızı artırmak isteriz.

*Önümüzdeki yıllarda ihracat performansınız daha da artar mı? Nedir projeksiyonunuz?
Yabancı şirketler önce kendilerini düşünüyor. Dolayısıyla, işlerine gelirse, size ihracat yaptırırlar. İşlerine gelmezse, yaptırmazlar. Son 2 yıldır Ford Otosan, Ford’un Avrupa’daki en büyük kazanç kaynağıydı. Burayı kolluyorlar. Ancak, burada kârlılık daha fazla olsun istiyorlar. İç piyasa satışları da iyi giderse burada kârlılık artar. Dışarıda kâr o kadar çok değil.

Mesela Ford İngiltere’de Transit fabrikalarını kapatıyor. Çünkü, orada o işin ekonomisi kalmadı. Onların hepsini bize getiriyor. Niye? Çünkü biz daha ekonomik, daha yeni fabrikayız. Daha iyi kalitede mal yapıyoruz.

Orada işçi sendikalarıyla başları derde girmesin diye gayet yumuşak bir geçiş yapıyorlar. İşçilere başka iş buluyorlar ve üretimi buraya kaydırıyorlar. Bizim yeniden yatırım yapmamız gerekiyor. Yatırım yapmak için de para lazım. Her şey krediyle olmuyor. Bir miktar kredi de alınsa, umumiyetle yatırım yapmak lazım.

*Yatırım yapmaya devam edecek misiniz?
Edeceğiz elbette. Başka türlü bisikleti çeviremezsiniz, düşersiniz.

*“O dönemde Mösyö Bernar’ın etkisiyle en gözde sektör Koç Grubu için otomotivdi” dediniz. Tüpraş’ın alımı ve Migros’un satışıyla Koç Grubu’nun portföyü değişti. Yeni oluşan tabloda otomotiv nerede oturuyor? Birinci veya ikinci sırada mı hala?

Şimdi biliyorsunuz, 4 sektörde odaklaşmaya karar verdik. Bankacılık ve finans, ikincisi enerji, üçüncüsü otomotiv, dördüncüsü beyaz eşya. Ayrıca, turizm gibi daha ufak-tefek birkaç işimiz de var.
Migros’u satmadan önce 5 ana sektörümüz vardı. Perakende de yine Koçtaş’la varız ama artık perakende işimiz o büyüklükte değil. Burada amiral gemisi dediğimiz 2 işimiz var. Biri Tüpraş, diğeri ise bankamız Yapı Kredi. Onlar son zamanlarda aldığımız 2 büyük şirket. Ancak, otomotiv grubumuz tarihi, birikimi, mali gücü ve ihracatı olan bir iş. Ayrıca güçlü bir bayi ağımız var. Otomotiv için 10 bin kadar, tüm grup için 30 bin kadar bayi var.

Otomotiv, 4 ana iş kolundan biri olmaya devam edecek. Yatırım yapmaya devam edeceğiz. Otomotiv ve ticari araç işinde varlığımızı sürdüreceğiz. Şimdi Ford Otosan’da “çekici” denilen büyük dev kamyon üretme işine de giriyoruz.

*Bu 4 ana sektör arasından bir numara olan var mı?
Şimdi şartlar değişti. O zaman otomotiv grubu ekmek-peynirimizdi. Her şeyimizdi. En büyük kâr getiren müesseseydi. Bir de Arçelik vardı. Fazla bir şey yoktu. Şimdi Koç Grubu çatısı altında çok daha büyük şirketler var.

*Son 5-6 yıl içinde Koç Grubu bir atak yaptı ve hızlı bir büyüme dönemi içine girdi. Bu değişimin ve hızlanmanın nedeni neydi?
Baktık ki dünyada büyümeden ayakta kalmanın imkanı yok. Bu nedenle süratle büyüme yoluna gittik. İş kollarımız dağınıktı. Danışmanlar bize “Her tarafta at oynatamazsınız, odaklanın” tavsiyesinde bulundu. Biz de ıvır zıvır şirketlerle uğraşmama kararı aldık. Çünkü, 3 milyon dolar cirosu olan şirkete da diğerleri kadar zaman harcıyorsunuz, aynı şekilde bu iş üzerende de kafa yoruyorsunuz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder